Madrid Seyahati 1.Bölüm

Yine bir seyahat yazısıyla blogda olmaktan dolayı çok mutluyum. Epey zamandır gitmeyi düşündüğümüz Madrid seyahatini Ekim ayının başında gerçekleştirdik. Her yurtdışı seyahati gibi yine güzel anılarla döndük. Yeni yerler görmenin, farklı bir kültür tanımanın mutluluğu, yolculuğun yorgunluğunu aldı. Ne demişler "dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler sadece bir sayfasını okurlar". Seyahat bir tutku ve bu tutku bir kere kanınıza girdi mi çıkmak bilmiyor :) Ve seyahat etmek isteyen herkesin kendi bütçesine göre bir plan yaparak gayet güzel gezilere çıkabileceğini her yerde söylüyorum. Tabi ki hayatta herşey bir tercih meselesi, ben seyahat ederken sen paranı başka yere harcarsın ya da harcamaz saklarsın, bundan doğal bişey olamaz. Ama o zaman kalkıp "aaa yine mi seyahat" deme bana çünkü gıcık oluyorum :) Eveeett girişi böyle yaptık, uzun zamandır içimde kalmıştı yazdım rahatladım :) Gelelim Madrid'e...

Foto buradan alıntıdır

Malumunuz Madrid İspanya' nın başkenti, dokuz yıl önce ziyaret ettiğim ancak o zamanlar gerçek bir gezgin olmadığım ve de iş vasıtasıyla gittiğim için detaylı gezemediğim şehir...Oysa ne güzelmiş , ne keyifliymiş Madrid. Gitmeden okuduğum bazı yazılarda Madrid'i Ankara'ya benzetme gafletine düşmüş arkadaşların Madrid'i hiç görmemiş veya hiç dayak yememiş olduklarından şüphelendim :) Yani Ankara'nın da bir başkent olması dışında bir benzerlik bulunmamakta maalesef, doğma büyüme bir Ankaralı olarak üzülerek söylüyorum...

İlk gün THY ile önce İstanbul ardından Madrid'e uçtuk ve akşam saat 5 gibi Madrid'e indik. Yol dört buçuk saat sürdü. Üçlü koltukta üçüncü kişi olmayınca Öyküyü uyutmak rahat oldu. Bu üçlüyü bulmak da öyle kolay olmadı. Hostese rica ettik, o bir yolcuya rica etti, o kabul etmedi, başka bir yolcuya derken sonunda üçlüye kavuştuk :) Öykü de uykuya kavuştu. Ama tabi uyuyup kalkması yolun lay lay lom geçtiği anlamına gelmiyor :) Öykütoş son bir saat mızıkçılık yaptı ve hosteslerden oyuncak ayıcık, mama, dergi ne varsa kapmasına rağmen yolu zor bitirdi.


Akşam üstü saat beşte iniş yaptık, ancak Madrid havaalanı öyle büyük ki uçak yarım saat taksi yaptıktan sonra körüğe yanaştı. ilk defa böyle birşey yaşadık. Havaalanına girince ilk koridorun gökkuşağı renkleri yorgunluğumuzu biraz aldı.


İndikten sonra yaya olarak da onbeş yirmi dakika yürüdük sanırım nihayet alandan metroya bindik otele doğru yola koyulduk. Madrid havaalanı epey büyük yani.


Diğer Avrupa şehirlerindeki gibi değil burda metro hatları. Daha karışık ve çoğu yerde asansör yok, çıkışları bulmak zor, ingilizce bilen pek yok. Havaalanından ineceğimiz durağa rahatça gittik ama birçok çıkıştan hangisini kullanacağımızı sormamız gerekti. Ancak yine de zorlanmadan metro safhasını hallettik ve Gran Via da ki otelimiz Espa Hotel'e kendimizi attık.



Gran Via adlı cadde şehrin en merkezi yeri. Otelin yeri harika yani. İçi eski ve üç yıldızlı ama bu bizi rahatsız etmedi. Madrid'e gidecek olup merkezi ve orta halli bir otel arayanlara Espa Hotel'i tavsiye ederim. Akşam yemeği için Gran Via üzerinde yürüdük ve all u can eat adlı bir restoranda bişeyler yedik, açık büfe 9€ idi. Biraz da gezindik sonra otele döndük.

2. Gün

Otel iyi ancak kahvaltısı son derece vasattı. O yüzden ilave kahvaltı parası verip saçma bir kahvaltı edeceğimize aynı parayla dışarda çok daha lezzetli birşeyler yiyebiliriz dedik ve bir daha otelde kahvaltı almamaya karar verdik. Otelin tam karşısında bir park var içinde Cervantes'in anıtının da olduğu bu parkta fotoğraf çektik. 


Daha sonra kraliyet sarayını gezmek üzere yürümeye başladık. Saray bize tahminimizden daha yakınmış. Labirent şeklinde kesilmiş ağaçlı bir bahçesi vardı.  Bu da önden görünüşü.



İşte sarayın labirent bahçeleri.




Girişte epey bir kuyruk vardı. Ancak yine de sıra çabuk geldi. Girişteki merdivenleri bebek arabasıyla nasıl çıkacağımızı düşünürken Serhan görevli bayandan yardım istedi. Nazik görevli bizi herkesin girdiği yerden farklı bir yere götürdü ve eski antik bir asansörle saraya çıkardı. Yani heryerde sorun soruşturun, yardım isteyin, işleriniz kesinlikle daha kolaylaşacak.


Saraya girdik. Cidden saray gibi saray. Altın varaklar, simler, kadifeler, mermerler, avizeler, püsküller... Her bir odanın farklı bir konsepti var. Biri bordo altın varaklı, bir diğeri yeşil kadifelerle döşeli. Herbiri dakikalarca incelenecek detaylarla dolu. Ancak bu detayları sizlere gösteremiyorum. Çünkü sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak. Sert bi dille uyarıyorlar. Sadece sarayın çıkışında merdivenlerde fotoğraf serbest biz de mecburen orada çektik.




Madrid diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi nerdeyse tamamen tarihi dokuyu korumuş harika bir şehir. Turistler için bir cennet, gezecek görecek çok yer var. Binalar öyle şık öyle ihtişamlı ki, gözünüzü alamıyorsunuz. Kimbilir kaç yüzyıllık binaların dimdik, pırıl pırıl ayakta kalmasına, halen aktif şekilde kullanılmasına hayran olmamak elde değil.


Bu da böyle dantel örtülü bir bina, ilginç bir dekorasyon fikri değil mi?


İlk gelişimde panoramik şehir turu ile şehri gezmiş ve otobüsten fotoğraflar çekmiştim. Ama turist olarak gittiğiniz yerde elinizde makina ile yaya gezip sokaklarda kaybolmadıktan sonra o şehri gezmiş olmuyorsunuz. O yüzden Madrid'i ilk defa görüyormuş gibiydim bende. Saray gezimizden sonra atlı polisleri gördük. Kadın polis çok sempatik geldi bize, fotoğraf isteğimizi kırmadı sağolsun.


Biraz daha yürüdük ki karşımıza Almudena katedrali çıktı, içini gezdik. Çok görkemli kocaman bir yapı. Tavan süslemeleri şahaneydi.



Katedral sonrası yürüye yürüye Plaza De Villa meydanına geldik. Burası çok kalabalık, sanki tüm insanlar sokağa dökülmüş. Sıradaki durağımız Mercado De San Miguel adlı yemek çarşısı oldu.



Burası büyük bir pasaj ve içinde deniz ürünleri, hamur işleri, tapaslar ve içkiden tutun çeşit çeşit mezelere ve meyve sebzeye kadar her tür yiyecek içeceği bulabileceğiniz bir mekan. Burada ondan bundan az az yiyerek herşeyin tadına bakabilir ya da bir tabak paella yiyerek karnınızı doyurabilirsiniz. En hoşuma giden istiridye ve şampanya eşliğinde sohbet eden insanlar oldu. Ancak istiridyenin tadına bakamadık, alternatif çok olunca insan ne yiyeceğini bilemiyor. Burası önce gözü sonra karnı doyuruyor. Cidden tüm kalabalık ve keşmekeşe rağmen restoranlardan daha keyifli bir yer diyebilirim. Fiyatlar ise tapaslarda adet başına 1-1,5 € gibi, paellanın tabağı 8€, sushi çeşitleri 1-3 € arası değişiyor. İstiridye, deniz kestanesi, havyar gibi deniz ürünleri ise daha pahalı.





Bütün mezelerin arasında çok ilgimi çeken bu kurtçuk gibi şey oldu. Adı gulas olan ve balıktan yapılmış bir mezeymiş ve insanlar iştahla yiyordu. Çok lezzetli olduğunu düşündüm ama yine de tadına bakamadım :)


Bizim tercihimiz paelladan yana oldu. Bilmeyenler için paella; safranla pişirilen ve içinde deniz ürünleri olan bir çeşit pilav. Geleneksel İspanyol yemeği olan paellanın sebzeli ya da etli çeşitleri de var. Fotoğraftaki sosisli olanı ama biz deniz ürünleriyle yapılanı tercih ettik. Daha önce de yemiş ve çok sevmiştim.


Bu keyifli yemek turunun ardından Plaza Mayor meydanına çıktık. Burası dört tarafı birbirine bakan balkonlu binaların arasında devasa bir meydan.  Burası Madrid in en büyük meydanlarından biri. 1620 de yapılmış bu meydana bakan üç katlı binanın tam 237 balkonu varmış. Yüzyıllardır çeşitli aktiviteler için kullanılan meydan 50 bin kişi kapasiteli. Madrid'in tarihi güzellikleri içinde üst sıralarda yer alan Plaza Mayor' u mutlaka görmenizi tavsiye ederim.



Cafeler ve restoranların çok olduğu bu meydan sürekli kalabalık. Burada küçük bir dükkandan ekmek arası kalamar aldık. Biz de kalamar tabakta gelir ilk defa ekmek arası servis edilene rastladım. Adına calamari sandviç diyorlar. Çıtır çıtır bir sandviç ekmeğinin içinde onlarca kızarmış kalamar vardı, sıcacık ve taptazeydi fiyatı ise çok ucuz sadece 2.70 €. Ekmek arası kalamarı Madrid'de daha önce başka yerlerde görmüştük ancak tok olduğumuz için almamıştık. Meğer en ucuz ve en güzeli buradaymış, aklınızda olsun.


Plaza Mayor da matador kılığında bir adamla ve yanında ispanyol giysili bir kadın figürü ile fotoğraf çektirdim, matador harika oldunuz şahane oldunuz filan dese de sarı saçlarla ispanyol kadını pek olmuyor galiba, saçlar dışında elbiseler fena olmadı ne dersiniz :)



Yine buraya yakın Sol Meydanında Madrid şehrinin simgesi olan ayı ve koca yemiş ağacı heykelini görebilirsiniz.


Burada en çok gördüğüm şeylerden biri de şarküteriler. Bu şarküterilerde devasa butlar var. Bunlar kurutulmuş et ve bizim pastırma gibi incecik kesiliyor ve ister paketle, ister sandviçin arasında alıp yiyebiliyorsunuz. Biz yemedik ama dıştan gayet güzel görünüyordu.


Çok yorucu geçen bu günün akşamında sadece ayaklarımız değil artık beynimiz iflas etti diyebilirim. Yemeği nerde yiyelim diye düşünmeye bile halimiz kalmadı. Karşımıza geleneksel görünümlü bir restoran çıktı adı La Taurina, içi kalabalıktı ve belli ki eski köklü bir yerdi. Artık bir adım daha atamayacağımız için girdik oturduk. O kadar kalabalıktıki garson siparişi zor aldı. Bu da bize fazladan bir tabak yemek olarak geri geldi. Garson geri göndermeyin hesapta indirim yaparız deyince tamam dedik. Sofrada yemek bol, porsiyonlar dev, biz de yorgunluktan bitik olunca yemekleri bitiremedik, yemekler bizi bitirdi :) İlk fotoğrafta meşhur boğa kuyruğu eti var. 




Boğa kuyruğu eti, köpek balığı pane, patates kızartma ve bir de peynir pane geldi. Bu resmen dört kişilik bir yemekti. Serhan boğa kuyruğu etini çok beğendi. Çok iyi pişirilmiş, dokunur dokunmaz kemiğinden sıyrılan yumuşacık bir etti. Bu yemeği denemenizi tavsiye ederim. Köpek balığı eti ise her ikimize de ekşi geldi, sevmedik. Ancak La Taurina gerçekten güzel bir restorandı, ortamı, dekorasyonu çok hoştu. Daha az kalabalıkta daha az yorgunken gelebilsek daha da şahane olacaktı. Bu restoranda saydığım iki kişilik (daha doğrusu dört kişilik yemek) 28€ tuttu. 



Buradan çıkışta akşamı edip günü bitirirken biz de bitmişiz, otele nasıl yürüdük inanın hatırlamıyorum o derece yorgundum. Sanki gözlerim kapalı bir zombi gibi ayaklarımı sürüye sürüye otele vardım. Öyküyü nasıl giydirdik uyuttuk hiiiçç hatırlamıyorum...Madrid gezi notlarının ilk bölümünü burada bitirirken boğa güreşlerini ikinci bölüme bırakıyorum, devamı en kısa sürede blogda :) Sevgilerimle...






11 yorum:

  1. Ne güzel bir gezi olmuş, bebekle ve çocukla her yere gidilip gezilebileceğine inananlardanım sizi de severek takip ediyorum . Ankara'da yaşayan bir blogger olarak herhangi bir etkinlikte sizinle tanışmak dileğiyle sevgiler.. Bana da beklerim hoşçakalın :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnşallah çok isterim tanışmak :) Size de uğrarım sevgiler :)

      Sil
  2. Ben de yakında inşallah Avrupa turlarına başlıcam. Pasaport çıkıyor. Bu arada harika bir şehir. Ve İsponyol güzellerine taş çıkartmışsın kırmızı ispanyol elbisesiyle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hadi bakalım Nilgüncüm, Avrupa yı senden de dinleyeceğiz anlaşılan, öpüyorum :)

      Sil
  3. Heyoo gezi yazısı!
    Yine mi geziyorsun diye laf edenlerden biri de benim, çok kıskanıyorum valla hahahaha :))) Şaka bir yana, sefan olsun şekerim, imkanın varsa gez tabii! Başka ülkeler, başka kültürler gezip görmek kadar insanın ufkunu açan bir şey yok bence. Ki bana kalırsa boş boş da gezmiyorsun, buraya yazdıklarını okuyan çok net anlar bunu!
    İlk fotoğrafa bayıldım bu arada! Yalnız gerçekten Madrid ve Ankara'yı birbirine benzetenlere inanamadım... dayak yememiş olma kısmına içten katılıyorum :))))
    İkinci yazıyı merakla bekliyor, seni kocaman öpüyorum!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayy hayıırrrrr kesinlikle sen onlardan değilsin!.. Onlar başka bir güruh, her yere tonla para harcayıp sehayat aklının ucundan geçmeyen, ama ne hikmetse sen giderken fesatlanan tipler :) Keşke herkes sen gibi olsa be Başak :) Bitanesin valla, yorumlarına bayılıyorummmm :) öpüyorum bende :)

      Sil
  4. yorucu ama çok güzel bir gezi olmuş.. ben de gitmiştim baya gezmiştik buraları hatırlıyorum çok güzel bir şehir Madrid..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gidenlerin çoğunluğu seviyor Madrid i sanırım...

      Sil
  5. Madrid'e "Ankara gibi" diyenler, Ankara'nın neresinde yaşamışlar çok merak ettim şimdi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :::)))))) hahahaaa ben Ankara nın her yerini gezdim göremedim öyle bi yer :))

      Sil
  6. Gerçekten madride bayıldım velhasıl sizin anlatımınızda bir okadar akıcı ve tanıtıcı olmuş teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorumlarınızı benimle paylaşmak ister misiniz?

Blogger tarafından desteklenmektedir.