Mavi Beyaz Bir Rüya: Mykonos


Bazı rüyalardan uyanmak istemeyiz. Evet, gerçekten de bitmesin denecek güzellikte bir rüya gibiydi Mykonos gezimiz. Peki neden bu kadar çok sevdin derseniz; çivit mavisi kapılarıyla bembeyaz evleri, gezmeye doyulmayan daracık, taş zeminli sokakları, tepeden size göz kırpan tarihî yel değirmenleri ve büyüklü küçüklü kiliseleriyle görür görmez ısındım derim. Tabii bununla da bitmiyor; tertemiz denizi, ünlü plajları, şık butikleri, sanat galerileri ve otantik mekanlarıyla Mykonos, bir gezgin için tadına doyulmayacak bir seyahat durağı. Nitekim son yıllarda popülaritesinin iyice artması da bunun bir göstergesi. Ben bir adım daha ileri gidip “tekrar gitmek istediğim yerler” listeme ekledim bile.


86 kilometrekarelik boyuna bakmadan dünyanın dört bir yanından turisti tüm sezon boyu ağırlayan Mykonos, hem dinlenmek, fotoğraf çekmek, denize girmek hem de geceleri hareketli eğlencelere katılmak isteyenlere uygun bir Yunan adası. Gündüz nispeten daha boş olan sokaklarda sağlı sollu mağazalara bakarak aheste aheste yürümek, tabiri caizse sokaklarda kaybolmak burada yapacağınız ilk şey olsun. O güzelim butiklerin ve tasarım ürünlerin satıldığı mağazaların içini gezmeyi de ihmal etmeyin. Mavinin en göz alıcı tonlarına boyanmış kapı önlerinde poz vermekten yorgun düşseniz de bol bol fotoğraf çekilin. Sonunda öyle güzel kareler çıkıyor ki bakmaya doyulmayan… Bu beyaz evlerin süsü begonviller ve sardunyalar da fotoğraflara bolca konuk oluyor tabii. Volkanik bir ada olan Mykonos’ta zaten başka bir yeşillik, bitki örtüsü, orman yok. 


Siz bu taşlı, tertemiz, dar sokakları arşınlarken belki karşınıza adanın maskotu Pelikan Petro çıkar. Hemen bir poz da onunla verin! Şaka gibi ama değil, Mykonos’ta gezerken pat diye kaşımıza çıkan Petro sayesinde ilk defa kanlı canlı bir pelikana bu kadar yakın oldum ve hatta kendisiyle bir poz verdim. Meğer adada ünlüymüş, gün boyu gezer dururmuş, yakalayan turistler de hemen çekermiş onun fotoğraflarını bol bol…


Denize bakan kafelerin en ilginç olanları Little Venice denen yerde sanırım. Buraya Little Venice deniyor çünkü evler Venedik’te olduğu gibi suyun nerdeyse içinde, dalgalar duvarlarına kadar ulaşıyor. Buradaki kafelerde oturup ayağınızın dibindeki denizin sesini dinleyebilir, güneşin batışını izleyebilirsiniz. Bir de rüzgârından bahsedeyim: Gün boyu bitmeyen güçlü bir esintisi var buranın. Sokak aralarında çok hissedilmese de deniz kenarında özellikle güneş batınca hafif ürperten rüzgâra karşı hazırlıklı olmakta fayda var. 


Mykonos’ta pek çok mekân var hiçbiri birbirine benzemeyen, dekorasyonuyla, canlı çiçeğiyle, masa örtüsüyle mutlaka bir diğerinden farklı olan onlarca mekân… Hepsinde yiyip içmek mümkün olmasa da göz ucuyla incelediğim kadarıyla hep zevkli, şık yerler. Ayrıca adada yüzlerce kilise ve şapel var. Beyaz duvarlı masmavi kubbeli kiliseler, adanın simgelerinden olmuş. 



Gezdiniz tozdunuz, bir yerde oturup bir şeyler atıştırdınız, belki bir uzo içtiniz, akşamı ettiniz. İşte şimdi Mykonos’un en güzel zamanları başlıyor. Gün batımını izleyeceğiniz en özel yerlerden biri Mykonos. Tepedeki yel değirmenlerinin önüne gidip güneşin denize ağır ağır düştüğü, kıpkırmızı bir hayal gibi yok olduğu gün batımı vakitleri sanırım burada geçireceğiniz en romantik anlar olacak. 



Güneşi de batırdıktan sonra artık bir akşam yemeği ve belki ünlü Yunan tavernalarında bir eğlence gecesine katılabilirsiniz. Bizim halaya benzer meşhur Yunan dansı sirtaki sizi çok eğlendirecek emin olun. Gün sonunda da yorulmuş ama fotoğraf makinenizi muhteşem karelerle, beyninizi harika anılarla doldurmuş olacaksınız. 


Eğer siz de mavi beyaz bir rüya görmek isterseniz, rotanızı bu güzel adaya çevirmenizi tavsiye ederim…


1 yorum:

Yorumlarınızı benimle paylaşmak ister misiniz?

Blogger tarafından desteklenmektedir.